TEDMED 2020 de Anksiyete farkındalığı uzmanı Anne Marie Albano’ nun bir konuşmasına rastladım. Kendisi dünyada klinik psikoloji, çocuk ve ergen psikolojisi alanında öncü isimlerden biri, bir psikoloji profesörüdür.
Size bu konuşmayı 21 yıllık bir öğretmen, 15 ve 5 yaşlarında iki çocuk annesi tecrübelerimle araya dipnotlar ekleyerek yazılı bir halde ulaştırmak istedim. Amaç daha çok kişiye ulaşması ve çaresiz hissettiğiniz kriz anlarına ışık olmasıdır.
iyi okumalar…
( Profesör konuşmasına kendi çocukluk korkularından bahsederek başlıyor.)
Çocukken hepimizin korkuları vardı ve çoğumuzun bu korkularla başa çıkabilmek için farklı yöntemleri… Gök gürültüsü, karanlık, hayali karakterler, doktor, iğne, yeni bir eve taşınma ya da yeni bir okula alışma vb. korkular kaygı ibresini biraz daha yukarı taşırdı.
Çocuklar için kaygı en yaygın psikolojik sorunlardan biridir. Kaygı 4 yaşından ergenliğe kadar olan süreçte herhangi bir zamanda başlayıp devam edebilir. Her 12 çocuktan biri evde veya okulda arkadaşlarıyla yaşadıkları sorunlardan dolayı kaygı duymaktadır. (Burada evde diye kastedilen çocuğun sokakta ya da mahallede okul dışında bulunduğu sosyal çevredir.)
Çocuklar endişelendiklerinde okul ortamında dikkatlerini toplamak, rahat olmak ve eğlenmekte zorlanırlar. Kaygı çocuklarda mutsuzluğa yol açarken ebeveynler ise kaygı bozukluğu ile beraber gelen birçok sorunla başa çıkmaya çalışırlar.
Profesör çocuklarla çalışmaya başladıktan sonra kendi çocukluğunda yaşadığı kaygıları sorgulamaya başladığından bahsediyor ve konuşmasının devamında diyor ki “annem ve babama gidip sordum. Neden ben iğneden korkmama rağmen zorla beni doktora götürdünüz? Neden okulda zorbalık gördüğüm halde beni göndermeye devam ettiniz? Ben tekrar rezil olmakla ilgili endişelenirken neden bana uzun hikayeler anlattınız? (Tanıdık geldi mi? En azından benim gibi 80 kuşağı olanlara tanıdık geldiğini düşünüyorum.)
Profesör devam ediyor, “anne ve babamın bana dediği şuydu;”
– bunlar senin yapman gereken şeylerdi. Senin zamanla ve tecrübeyle bu duruma alışmanı beklerken üzülmeyi göze aldık.
“Ailemin bilgisi azdı. Fakat ilerde eğitim ya da sağlık sorunları ile karşılaşmaman için kaygılanmamı üzülerek geride durarak izlediler.” diyor Anne Marie Albano (Buraya bir soru eklemek istiyorum. Peki siz çocuklarınız kaygılandığında bunu dışardan tarafsızca izleyip duyguyu yaşamasına izin mi veriyorsunuz, yoksa hemen müdahale edip sorunu çözüyor musunuz?)
Bazı gençlerde sosyal kaygı ve yalnızlık öyle bir boyuta ulaşıyor ki madde kullanımı ve intihar eğilimine sebep olabiliyor. Hiçbirimiz psikolog olmak zorunda değiliz. Temel psikoloji bilgileri geri dönüşü olmayan bazı sonuçları önleyebilir. Ailem eğer yükten kaçmama izin verseydi, kısa süreli konfor alanı bana uzun vadede oldukça zarar verebilirdi. Sorunlarla nasıl başa çıkabileceğimi öğrenemezdim.
Meslektaşlarımın (Profesör, psikolog meslektaşlarından bahsediyor) 7 -17 yaş arası çocuklardaki kaygının tedavisinde kullandıkları ilaçların bir yıl süreyle işe yarıyor olduğunu deneyimledik. Fakat sürekliliği yoktu ve kaygılar geri dönüyordu. Neyi kaçırıyorduk?
5-6 yaşlarındaki çocuğunuzun “okulda benimle kimse oynamıyor, kimse beni sevmiyor” diye eve geldiğini düşünün. Ne yapardınız? (profesör burada yeni nesil anne babalara cevabını bildiği bir farkındalık sorusu yöneltiyor.)
Doğal olarak çocuklarımızı korumak ve rahatlatmak isteriz. Yaşadığı sorun kiminle ve ne ise onu düzeltmek için yollar arar, aileleri arayıp bir oyun grubu ile buluşması için planlar yaparız. 5 yaşında işe yarayabilir. Peki ya 8, 10, 14 yaşında… Hala onlar için düzeltmeye devam edecek miyiz?
Çocuklar gelişirken zor durumlarla karşılaşacaklar. Zorba insanlar, zor bir sınav, arkadaşlarla çatışmalar… Tüm yeni durumlar içinde başaramama, uyum sağlayamama hatta hata yapma riskini taşır. Bu riski alamayan ve hayatla kaynaşamayan çocuklar daha sonra bu tür sorunları nasıl halledebileceğini öğrenemiyor. (Aslında hepimiz doğuştan birer savaşçı ve problem çözücü donanımı ile dünyaya geliyoruz. Fakat kullanamadığımız her bir yeteneğimiz köreliyor ve kendini imha ediyor.)
Çocukların mücadele yeteneğini devam ettirebilmeleri için risk almaları gerekir. Öz yeterlilik bilinçlenir. Bir zorlukla başa çıkabileceğine inanma gücü gelişir. (Somut bir örnekle yanlış cevap verebilme ihtimalini göze alarak sınıfta aktif parmak kaldırmak. Arkadaşının onu reddedebileceği bir oyun teklif edebilmek. Başarılı olamadığı bir oyuna ya da sınava katılamaya devam etmek ve tüm bunların sonuçları ile tek başına başa çıkabilmek. Çocuğun yaşına göre aldığı risk ve kaygı ile başa çıkabilme gücü gelişmelidir.)
1930 ‘da Psikiyatrist Alfred Adler; çocuğunuzu çok sevebilirsiniz ama onu bağımlı hale getirmemelisiniz. Kaygılı çocuklar her zaman ailelerini arıyor. Yetişkin olduklarında da küçükken geliştiremedikleri savunma mekanizmalarını kullanamıyor ve aileden yardım istiyorlar.
18-28 yaş aralığında bir çok genç hala ailelerine bağımlı yaşıyor ve hiçbir şey yapmıyorlar. Başarısız olma korkusuyla ilişki kurmak ve sosyal olmaktan kaçınıyorlar.
Hala doktor randevularını aileleri alıyor, çamaşırlarını yıkayıp yemeklerini yapıyorlar. Bu daha sonra kırgınlık ve aileyle çatışmaya dönüşüyor. (Çünkü doğal denge içinde ayaklarımız üstünde durmaya başladıktan sonra aileden bağımsızlaşmalıyız.)
Peki ya iyi haberler neler?
Eğer çocuklar yaşlarına uygun sorunlarla kendileri yüzleşir ve çözüm üretirlerse o zaman kaygı düzeyleri en aza iniyor. Ailelere anlayışlı olmalarını ve durup;
Nedir bu durum? ” diye sormalarını
Çocuğum için ne kadar endişe verici?
Çocuğum bu durumdan ne öğrenecek?
diye kendinize sorun. (Bana sorarsanız bunları bazen yazarak düşünün.)
Geride durup sabırla mücadele etmesine izin verebilirsiniz ya da olaya hemen müdahale edip acıyı sonlandırabilirsiniz. (Helikopter ebeveyn)
Çocukların gücünü hafife almayın. Dünyaya gelmek ve hayatta kalmak için güçlü bir donanım taşıyorlar. Bu gücü “sevgi” adı altında onlardan almak yerine, onların nasıl başa çıkabildiklerini gözlemleyen bir rehber olmayı seçin. Kendilerinin yürümesi gereken yolda kendi yolunuzu bırakıp onu sırtınızda taşımayın. Hangi çocuk yetişkin olduğunda annem, babam benim için kendi yolundan vazgeçti (boşanmaktan, sevdiği işi yapmaktan vs) diye mutlu olur ki. Kaygı, korku, öfke, üzüntü aynı neşe ve heyecan gibi yaşanması ve tanınması gereken doğal duygulardır. İzin verin kendilerini ve güçlerini keşfetsinler..
Merhaba, Ben Pelin Eren
Uzman öğretmen, grafoloji ve yazı analizi danışmanı. Danışmanlık için bana ulaşabilirsiniz.